Her güzel şey gibi klasikleşecek eserlerimiz de bitmeye yüz tuttu. Bir kitap alırdınız elinize eskiden. Sâdi Şirazi’den bir nasihat öğrenirdiniz ilkin. Ardından Kuşeyri Risalesindeki bir hayat düsturuna hayran kalırdınız. Yalnız bir adada, ümitsizlikler benliğinizi çevrelemişken, İbn-i Tufeyl’in “Hay” deyişiyle hayata tutunurdunuz. Sonra başka bir bahçıvanın, Hâni’nin hazırladığı “Hadaiku’l-Verdiye”ye yönelir ve eşyanın hakikatine daha iyi vâkıf olurdunuz.
Hikmeti bulmayı şiar edinen bir dinin mensupları olarak, Müslüman düşünür ve âlimler gerektiğinde terk-i diyar edip uzak ellere gitmiş, gidemeyenler bulundukları mekânların derinliklerinden faydalanarak orada yeşermeye ve orayı aydınlatmaya ceht etmişlerdir. Meyve verecek kıvama gelince uğradıkları her mahalleyi şerefyap kılmış, sakinlerine yeni ufuklar açmışlardır. Artık tek gaye, O’nun sevgisine sarılarak insanlığı irşat etmek olmuştur.
Sadi “İki şey insanın ruhunu karartır” der. “Biri konuşulacak yerde susmak, diğeri de susulacak yerde konuşmaktır.” İşte bundan dolayı Doğu’nun bilgeleri, insanlığı hayra teşvik için en küçük imkânı dahi değerlendirmiş, “kınayıcının kınaması”ndan korkmadan “güzel olan”a doğru, toplumsal bir bilinç oluşturmaya çalışmışlardır.
Modern dünyada “makineleşme”nin hayattan alıp götürdüğü şeyleri kendilerine has üsluplarıyla başarıyla koruyabilmiş ve çevrelerine “hakikatin dokunma hassasiyetini” açıklıkla aktarabilen “denge unsurları” olmuşlardır. Bunun içindir ki, vardıkları yahut bulundukları şehirlerde cazibe noktaları olagelmişlerdir. Dünyanın karanlığında yolunu bulamayanlara ışık olmuş, varlıklarını borçlu olduğu cömert kaynağını, yine aynı cömertlikle, toplumların paylaşımına açmışlardır.
Kitabı Okumak için tıklayınız.
|