KÜLLİYAT-I VUSTA
47
bu mümtaz insanın mezarını niçin bu kadar ihmal etmişler? Sonra hatif-i
gayb kalbimde şöyle fısıldadı.
“Gazali, mezarıyla değil, eserleriyle yaşar. Abide ile değil, sevgiyle
anılır. Esas mezarı bilen, anlayan ve kemale eren seçkin insanların gönül-
leridir.”
Firdevsi’nin mezarı ise şahlanan bir biçimde dikilmiş konumda idi.
Sordum: “Gazali’nin mezarı niçin böyledir, Firdevsi’nin şöyledir?” Azeri
olan rehber dedi: “Çünkü Gazali tesennün (sünnet ve cemaatin) ehliydi.”
Evet, dünya ehli mezar gibi madde ile anılırlar. İlim, irfan sahibi, in-
san yararına çalışan seçkin insan da muhabbetiyle gönüllerde yaşar. İki
yaşamın arasında dağlar kadar fark vardır.
Tebriz’den Urumiye geçtik. Bölgenin âlimlerinden sorduk. Sünni ve
Şiaların yanında değer kazanmış, kabul görmüş âlim, faziletli, uzun za-
man tedrisatla iştigal etmiş, ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebine bağlı, gü-
zel Kürtçe konuşan “Abdülkadir Beydavî” hoca efendiyi ziyaret ettik.
Kendisinde takva vakarını, ilim, irfan yaşamını, sünnet-i seniyyeye
bağlılığını, ümmetin dertleriyle etkilenmelerini müşahede ettik.
Ünlü âlim ve meşhur müfessir Beydavî’nin nerede metfun olduğunu
sorduk. Şöyle dedi:
“Eski zamanda Tebriz ahalisi Sünni idiler. Tebriz saltanatı ilim, tak-
va, medeniyet, salihlerin ve âlimlerin merkeziydi.
Ömerü’l-Beydavî, Şiraz’ın Beyda’sından Tebriz’e gelir. Sultanın gö-
zetiminde bir mesele için âlimlerin tartışmalarını görür. Beydavî,
tartışılan konuları âlimane bir üslupla hallederek aralarındaki ihtilafı itti-
faka çevirir. Gönüllerindeki ukdeleri çözerek içlerinde neşe, serinlik
bırakır.
Sultan, Beydavî’ye der: “Dile, istediğini vereyim.” Beydavî der:
“Maddi olarak ihtiyacım yoktur. Fakat birkaç metrelik toprak bana tahsis
edeydin, şayan-ı şükran olurdu.”
Sultan der: “Seni Tebriz’in en kıymetli noktasında yerleştiririm.
Çünkü âlim her değere şayestedir. Kısa zamanda Beydavî (r.a.), Tebriz’de
vefat eder. Anlarlar ki, Beydavî (r.a.) sultandan inşaat için arsa değil, gö-