42
HÜSNÜ GEÇER
başvurur. Diğerine yanaşırsan kanını emmek için saldırmaya yeltenir. Bu
iki mahlûk bir olur mu? Asla bir olamazlar. Zira her şey yararına göre de-
ğer kazanır.
Diğer akraba ise cimri, züğürt ve çıkarcı idi. Öyle ki, köpekler kestiği
hayvanın kemiğini, karıncalar yediği ekmeğin ufantısını ve kuşlar ektiği
tarlada başağın tanesini bulamazdılar.
Her türlü insani hasletlerden sıyrılmış, dağda davar sürüsü ile haşır
neşir olurdu. “Salebe” gibi, mal ile ne Yüce Allah’ın rızasını ve ne de kul-
ların sevgisini kazandı. Dünyada tanınmaz, yabancı ve sadece kendisini
düşünür hâlde yaşardı. Sevgi ekmedi. Dost kazanamadı. Yalnız yaşadı,
yalnız hayattan ayrıldı.
Ölünce ah denilmedi. Matem tutulmadı, kara bağlanmadı. Bir tarla-
dan bir taş uzaklaştırılmış veyahut bir yoldan bir engel kaldırmış gibi te-
lakki edildi.
Aya! Bu insanın ahirette dostu, şefaatçisi olur mu? Hayır. Zira “Ya-
şadığın gibi öleceksin, öldüğün gibi de haşrolacaksın” hadisinin bir hik-
meti vardır.
DÜNYADA DİKEN, GÜL İÇİN OLDUĞU GİBİ;
HER NAHOŞ, HOŞ İÇİNDİR
Dünyada görebildiğimiz, anlayabildiğimiz her şey yüce kudretin ese-
ridir, genel bilginin sun’idir ve engin hikmete mebnidir. Bundan ötürü
çirkin gördüğümüz bir şeyi gerçek düşüncenin süzgecinden geçirirsek gö-
rürüz ki, işe yarar, maslahat ve kemal hazinesidir.
Hâşâ genel bilgiden çıkan, hekimin kast ve iradesinden meydana ge-
len şey, sade zarar olur mu? Hayat çeşmesinden sıçrayan damla, yakut
cevherinden kopan parça, yaksa bile ateş, yarasa gözüne karanlık olsa bile
güneş ve dikenli ağaçtan alınsa da gül çirkin, yararsız ve beyhude olur
mu? Bilakis ateş yakıcı gül ağacının dikenli olmayınca hayata zarar gelir.
“Sübhane men” zararlıyı yarar, çirkini güzellik ve hava-yı hayat kaynağı
etmiştir. Varlığın ufacık bir bölümünde eksiklik görürsek o, anlayışımızın
noksanlığındandır.